Kuveyt, petrol gelirleri sayesinde zengin bir ülke olmasına rağmen lüks konut talebini karşılayacak kadar geniş bir araziye sahip değil. 1980’lerin sonunda, bu sorunu çözmek için kıyı şeridini genişletmeye yönelik cesur bir plan yapıldı.
Ancak bu plan, sadece geniş bir arazi elde etmekten çok daha fazlasını ifade ediyordu. 1989’da başlayan ve ardından Körfez Savaşı nedeniyle askıya alınan bu proje, çevresel felaketlerin ve savaşın yaralarını sarmaya çalışan bir ülkede nasıl yeniden hayata geçirildi?
Kuveyt’in bu projeye girişmesinin arkasında yatan nedenler, 1980’lerin sonunda lüks konutlara duyulan büyük ihtiyaçla başladı.
Ham petrol ihracatı sayesinde zenginleşen ülke, sınırlı kıyı şeridi ve dar alana sahip olması nedeniyle büyüyen bu talebi karşılamakta zorlanıyordu.
Kıyı bölgesinin çoğu zaten inşa edilmiş ve çölde daha içerilere doğru yapılacak inşaatlar çeşitli sorunlara yol açacak nitelikteydi. Kullanılabilir kaynakların yokluğu, dengesiz zemin ve aşırı sıcaklıklar da cabası…
Buna karşılık deniz kenarında yaşamak, ılıman iklimi ve gece ile gündüz arasındaki sıcaklık dalgalanmalarının azalması sayesinde çok daha cazip bir seçenekti. Peki, sınırlı kıyı şeridini nasıl genişletirsiniz? Cevap, iç kısımlara doğru uzanan kanallar kazarak.
Proje, 2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle kesintiye uğradı.
Bu işgal ve sonrasındaki Körfez Savaşı, ülkeyi ve çevreyi derinden etkiledi. Ancak savaşın ardından çevreye olan saygıyı merkeze alan bir anlayışla Deniz Kenti planlarına yeniden başlandı.
Proje, çölü denizle buluşturmanın ötesine geçerek denizi çölle buluşturacaktı ve böylece yeni ekosistemler yaratmayı hedefleyecekti. Kanalların kazılması, yerel deniz yaşamı için yeni habitatlar oluştururken özel olarak tasarlanmış adalarda bitkiler dikilerek doğal yaşam alanları güçlendirecekti.
İki potansiyel proje alanından Al-Qiran bölgesi seçildi.
Ancak bu iddialı projenin hayata geçirilmesi sırasında çeşitli zorluklarla karşılaşıldı. Kanallardaki sirkülasyon eksikliği nedeniyle su kalitesi kolayca kötüleşebilirdi.
Bunun üstesinden gelmek için planlamacılar, doğal akıntıları simüle eden karmaşık bir bilgisayar modeli geliştirdiler ve gelgit kapıları sayesinde lagünlerin doğal güçler tarafından temizlenmesini sağladılar.
Bunu da gelgit kapıları olarak adlandırılan kapıları stratejik olarak yerleştirerek başardılar. Bu kapılar, gelgitin yüksek olduğu zamanlarda sadece su basıncının itmesiyle açılıyordu.
Gelgitin düşük olduğu zamanlarda su, ters yönde akarken bu kapıları kapalı konuma itiyordu. Bu şekilde sistem tamamen kendi kendini düzenliyordu.
Peki ya Dubai’nin yapay adalarıyla arasında ne fark var?
Not: Soldaki Sabah Al Ahmad Deniz Kenti, sağdaki ise Dubai’nin yapay Palm Jumeirah adası.
Dubai’de yapılan şey, ek kıyı şeridi yaratmaktı. Kuveyt’te çorak çölün içine kanallar kazılırken Dubai’de yapay yeni adalar oluşturmak için deniz tabanından kum tarandı.
Bu iki yaklaşım arasında özellikle çevre üzerindeki etki söz konusu olduğunda, büyük farklılıklar var. Kuveyt’te hâlihazırda var olan doğal akıntılar ve gelgit dereleri tasarımın şeklini belirledi ancak Dubai için aynı şeyi söyleyemeyiz.
Denizin serin sularına doğrudan erişim sunan Sabah Al Ahmad, modern şehirciliğin doğa ile uyum içinde nasıl şekillendirilebileceğinin bir kanıtı niteliğinde.
İlginizi çekebilecek diğer içeriklerimize aşağıdan ulaşabilirsiniz: